Wednesday, November 26, 2014

HZ. MUHAMMED (S.A.V.) : AMERİKALILARIN KAHRAMANI

HZ. MUHAMMED (S.A.V.) : AMERİKALILARIN KAHRAMANI 
Amerika'da ve genel olarak Batı ülkelerinde İslamofobi diye adlandırdığımız bir olgu var. Yanlış bilgilendirilmiş birinin İslam'a karşı korkusunu anlayabiliyorum (ve bazı Müslümanların, yaptığı hareketlerle İslamofobi'yi nasıl daha kötü hale getirdiğini de). Bunlar karşılıklı konuşulurak ve iyi örnekler vererek çözülebilecek problemler. Ancak anlayamadığım ve gerçekten affedemeyeceğim şey insanların İslam'a iftira atması ve bilerek dini çarpıtmasıdır. Özellikle de Allah'ın Elçisi ve onun karakteriyle ilgili iftirada bulunanlardan hiç memnun değilim ama onların neden bu kadar çaresiz bir şekilde Peygamber'i kötü göstermek istediği hakkında tahminde bulunacağım. 
İslamofobik olarak tabir edebileceğimiz Batılıların çoğu öyle değiller. Sadece İslam ve Peygamberi hakkında pek bir şey bilmiyorlar. Bilen Batılılar O'na dair daha çok pozitif bir görüş sahibi gibi görünüyorlar ama sıradan insanlar itiraf etmeliler ki O'nun hakkında aslında hiçbir şey bilmiyorlar. Muhammed'i ellerinden geldiğince çirkin bir şekilde anıyorlar, suçlamaları asla hafif olmuyor. Yaşadığımız gösteriş çağının bir parçası olarak herkes dikkat çekmek için yarışıyor ancak bu yarış sadece umutsuzluğun bir parçası. Kimse Muhammed'i küçük suçlarla suçlamıyor; O'nu soykırım, pedofili, cinayet ve savaşa kışkırtmayla suçluyorlar. Kimse O'nu incir çekirdeğini doldurmayan hırsızlıklarla ya da dedikoduyla suçlamıyor. Belki de bu akılalmaz çirkinliğin asıl sebebi şudur: Bu İslamofobikler -en azından belli seviyede- Muhammed Peygamber'in hikayesi Amerikan halkı içinde büyük yankı uyandırabileceğini biliyorlar. Bir başka deyişle, Amerikalıların Kahramanı haline gelebileceğinin farkındalar. 
Benim Amerikan oluşum, İslam'ı kabul etmeden önce bile, anında Hz. Muhammed'i sevmeme ve ona hayran olmama yol açtı. O'nunla özdeşleştim. O'na hayran kaldım. Amerikan olarak -belki çok cüretkar olabilirim- Muhammed'in hikayesi benim için elmalı turta, beyzbol ve 4 Temmuz barbeküsü gibi. Onun hikayesi Mekke ve Medine'de 7.yüzyılda meydana gelmiş bir Vahşi Batı filmi gibiydi. Kovboylar ve kanun kaçakları büyük tren şirketleriyle savaşmadan önce Muhammed put sanayisiyle savaştı. Açgözlülük ve zulme, fakirliği umursamamazlığa, cinsiyet ayrımcılığına ve adaletsizliğe karşı canı pahasına savaştı. Zamanının şartlarına göre, O'nu feminist olarak adlandırabiliriz. O, kadınların miras ve boşanma hakları gibi eşi benzeri bulunmayan haklara sahip olmasını mümkün kıldı. O, insanlara sadece bir puta tapmalarını değil, bütün putlara tapmayı bırakmalarını söylüyordu; tapınaklarında, sunaklarında, ceplerinde ve çantalarında, hepsini bırakmalarını. Amerikalılar, dezavantaja sahip olmalarına rağmen hedefleri olan insanlara hayran kalırlar. Zor hatta imkansız gibi görünen durumlarda kalsa bile azmeden ve nihayetinde zorlukların üstesinden gelen insanlara da hayran kalırlar. Özellikle de yaptıkları şeyleri iyi bir sebep için yapan ve zafer kazansa bile tevazu gösteren insanlara hayran kalırlar. Ve bu tanıma Hz.Peygamber'den daha iyi uyan başka biri yok, salat ve selam O'nun üzerine olsun. 
Amerikalılar sıradışı şeyler yapıp kahraman haline gelen sıradan insanları çok severler. Amerikalılar "zayıf olana arka çıkarlar"- bu deyim bizim genellikle zayıf olanın -haklı bir sebebi olması şartıyla- yanında olduğumuza dair genel kültürel düşünce yapısını gösterir. Bu tarz insanlar bizim kendimizle bağdaşlaştırdığımız insanlar. "Davud ve Calut" bizim dilimizde aşağı yukarı bir atasözü haline geldiği nokta şu: üç büyük İbrahimi dinde de Davud dezavantajlı taraf olup kendisinden daha güçlü olan tarafla savaşır ve güçlü imanı sayesinde galip gelir. 
Amerikalıların olayları nasıl algıladıklarını görüyoruz. Abraham Lincoln'ün Birleşik Devletler'deki en ünlü başkan olmasının yüzlerce sebebi var ancak popülaritesinin en büyük sebebi nispeten fakir bir aileden gelişi, alt sınıftan basit bir adam olarak kendini iyi bir eğitime vererek iyi bir avukat oluşu ve nihayet başkanlığa giden yolda çalışarak kendini geliştirmesi olmuştur. Aristokrat ve ayrıcalıklı Kurucu Babalarımız, Amerikan halkı tarafından saygı görmekteyken sevgi görmüyorlardı. Biz George Washington'a ve John Adams'a saygı duyuyoruz ancak onlara karşı sevgi beslediğimizi söyleyemeyiz. Onlarla Abraham Lincoln'le kurduğumuz gibi bir bağ kuramayız. Sadece bir istisna yapabilirim, o da Benjamin Franklin. O basit bir yazıcıydı ve yeteneği ve sıkı çalışması sayesinde kendisini geliştirdi. Saygı ve sevgiyi birlikte görmeye değer tek Kurucu Babamız o gibi görünüyor, çünkü o da bir derece insanların bağlantı kurabileceği sıradan bir insan. Başkan olmayıp da ABD doları üzerinde resmi olan nadir insanlardan biridir. Martin Luther King Jr. da bir diğer Amerikan kahramanı. Doğum günü ulusal bayram olup kendisi başkan olmayan iki insandan biri de odur. (Diğeri Christopher Columbus, gerçi o aşağı yukarı önemli bir olayı karşılamak için var). O da profile mükemmel bir şekilde uyuyor, ağırbaşlılığını her daim koruyan ve sonunda güçlüklerin üstesinden gelen bir adam.  
Bu, dezavantaja olan hayranlık ancak inatçı kahramanlara aynı zamanda Amerikan sinemasında da rastlıyoruz. Bizdeki romantik komedilerde genellikle konu şudur: tekdüze, sıkıcı ve sosyal açıdan çok sıkıntılı bir adam risk alarak ve zorlukların üstesinden gelerek güzel bir kadının kalbini kazanır. Ayrıca dezavantajlı atletlerin tüm zorluklara rağmen maçı aldığı bolca spor filmimiz var. Bizim film ikonlarımızı bir düşünün: Rocky Balboa kurgusal bir karakter olabilir ancak kurgusal olması onu daha önemsiz bir idol haline getirmez. Esaretin Bedeli, şuan internette en çok oylanan film, bizim favori klasiklerimizden biri çünkü haksız yere hapsedilen baş karakterimiz imkansız gibi görünse de inatçı ve kararlı bir şekilde tüm zorlukların üstesinden geliyor. 
Hz. Peygamber'in hayatını okumak -kulağa saygısız gelme riskiyle beraber- neredeyse Amerikan romanı ya da film senaryosu okumak gibi. Onun hikayesi yetim bir çocukla ilgili: fakir bir aileden gelip sıradan bir adam olarak ne olursa olsun hedefi için sonuna kadar savaşan yetim bir çocuk. O çok iyi bir sebep uğruna savaştı. Dünyayı daha iyi bir yer haline getirmek için her şeyini riske ederek savaştı. Çok büyük bir dezavantaja sahip olmasına rağmen her zaman doğru bildiğini yapmak için cesareti vardı. Ölümü pek çok kez kandırdı; aynı Amerikan filmlerindeki gibi, hayatında öyle anlar vardı ki kaybetmiş ve bitmiş gibi göründüğü... Ailesi onu reddetti ve onunla olan tüm ilişiğini kesti. Geçmişte ona "Güvenilir Muhammed" diyen arkadaşları onun hikayeler uydurduğunu iddia etti. Küçücük oğlu vefat ettiğinde Mekke halkı onunla alay etti. Allah'tan mesaj alan bir adam nasıl olur da böyle talihsiz şeyler tecrübe edebilir? Ardından tebliğ için gittiği Ta'if şehrinde halk tarafından taşlandı. İlk Müslümanlar Mekke toplumundan yıllardır dışlanmışlardı, zar zor hayatta kalabilme mücadelesi verebiliyorlardı. Ve nihayetinde Peygamber bir suikast girişiminden canını kurtarmak için Mekke'den ayrılmak zorunda bırakıldı. Yezrip'e göç etti, şuan Medine olarak biliniyor, ancak bundan sonra düşmanları İslam'ı yok etmek için peşinden ordu yolladılar. Onun hayatı gerçekten zorluklarla doluydu ama Muhammed ve ona iman edenler asla pes etmediler. Tüm bu zorluklara rağmen O'nun hikayesi beklenmedik bir şekilde mutlu sonla bitti. Altmışlarındayken, zulüm ve suikast girişimleriyle geçen yirmi yılın ardından, savaş üstüne savaşla, mücadele üstüne mücadeleyle, etrafındaki birçok insanın ölümünü gören, hayatını çok kez riske atan bu yaşlı adam, sonunda evine, Mekke'ye muzaffer bir fatih olarak dönmüştü. Mekke'yi savaşmadan almayı başarabilmişti. Düşmanları o zamanki büyük Müslüman ordudan dolayı dehşete düşmüşlerdi. Püskürtmeyi denemekten bile korktular. Bu muzaffer fatih, kazandığı zafere rağmen tevazuyu elden bırakmadı. Şehirden içeri girerek saygıyla başını eğip halkı selamladı. Onlar bekliyorlardı ki Muhammed onları katledecek, halbuki yanıldılar. Hıristiyan ilkelerinden uzun zamandır etkilenen Amerikalılar, onun Mekke halkını affetmesine hayran kalırlardı. Yıllar önce amcası Hz. Hamza'yı vahşice öldüren Hind'i bile affetti. Amerikalılar her zaman mütevazı kalıp sonunda hedefine ulaşan ve zafer elde eden insanlara hayran kalırlar. Bu tanıma Allah'ın Elçisi'nden daha iyi uyabilecek başka kimse yok. O, alçak gönüllülüğünü her daim sürdürdü. Evinin içinde basit bir mezara gömüldü. Hepimizin yaratıldığı ve döndürüleceği yere nihayet O da döndü. On dört asır sonra, hala, Müslümanlar O'nun getirdiği kitabı okuyup O'nun örnek alıyorlar ve "Allah'ım! Salat ve selam O'nun, Ehl-i Beyt'inin ve Sahabelerinin üzerine olsun" diye dua ediyorlar. 
Perspektif olarak, böyle bir olayın gerçekleşmesinin imkanı yok. Sıradan bir adam Peygamber oluyor ve sürgünden kendi şehrine yönetici olarak dönüyor. Ama Muhammed bunu başardı.  Asırlar sonra hala insanların O'nu takip etmesinin de imkanı yok. Ama yapıyorlar. O'nun akılalmaz kararlılığı, haklı davasına kendini adamışlığı, tüm bu imkansız zorlukların üstesinden gelişi ve tüm bu kahramanlığın tevazuyla birleşimi Amerikalılar arasında yankılanırdı eğer bu hikayeyi duysalardı. İslam'ı kabul etmeseler bile Peygamber'e daha pozitif bir çerçeveden bakıp en azından ona saygı duyarlardı. Muhammed sıradan insanların bağ kurabilecekleri bir figür: yetim kalmanın, eşini, arkadaşlarını hatta evladını kaybetmenin acısını yaşayan; evliliğin ve babalığın zorluklarını ve hazzını yaşayan, hayatını dürüst bir yoldan kazanmanın mücadelesini veren bir figür. Muhammed dünyadaki en sıradışı şeyleri yapan en sıradan adamdı. Ve O, Amerikalıların en büyük kahramanıydı. Belki de Amerikalılar kahramanlarını en son bulmayı umdukları yerde bulacaklar...  

Sunday, November 2, 2014

İslamın yüzkarası:

İstanbulda her gün saçma sapan reklamları görüyoruz. SMS olarak telefonlarımıza bile geliyorlar, o kadar kötü ki. 

Fakat bundan daha kötü da var- bazı şirketler dini istismar ederek reklamcılık yapıyorlar.



Bunu anlatmama gerek yok. Bu kocaman ve affedilemez bir ayıp tabii ki, ama daha kötü olan budur: kimse ilgilenmedi, kimse kızmadı. Avea hala bu reklamı kullanıyormuş. Kutsal olan Kabe'yi ucuz reklam aleti kullanmak, kutsal bir yolculuğa büyük saygısızlık göstermek serbesttir. 


Sunday, October 26, 2014

Adını değiştin mi?

İslam kabul edip Türkiyeye geldiğimden sonra bir arkadaşımın dükkanine gittim. Çay içip sohbet ediyorduk; başka bir arkadaşı geldi. Beni anlattı biraz, "Alex Ameriklalı Müslüman olmuş" - adam "Alex Müslüman bir ad olamaz, nasıl Müslüman olabilir?" diye sordu. 

Alex kesinlikle Müslüman bir ad olabilir. İslam evrenseldir. İslama karşı ya da ahlaksız anlamlı olmadığı sörece, her tür ad bir Müslüman'in adı olabilir. 

Cennet, gökyüzünde olan, sadece Türk ve Arap ülkelerin pasaportlarını kabul eden bir ülke değildir. 

Allah hepimizi Arap olarak yaratmamış. Çeşitliğimiz bir mücize- biz ve diğer her yaratılmış şey çeşitli, fakat Allah birdir. İslamın güzelliği budur- herhangi biri, her nereden gelmiş olsa, aynı tek bir Tanrı'yı bulup ona kendini teslim edebilir. Adlar düşüncelerimizi ve davranışlarımızı etkilebilir, bur doğru, ama aynı zamanda her Muhammed ya da Ali ya da Bilal adlı biri iyi bir insan olmayabilir. 

Nafık diye bir şey de var. 

Her durumda, şöyle düşündüm: hem Amerikalıyım, hem de Müslümanım- o zaman Alex'i bırakmadan yeni bir ad kullanmaya karar verdim. Hem ehl-i-beyt'ten biri, hem de ehl-i-kitab'in tandığı peyamberlerden biri ilham aldım: Yusuf Huseyin. Beni tanıyanların çoğu Alex kullanıyolar ama isteyenler Yusuf kullansın, ikisi iyidir. 

Peygamber Yusuf (as) da yabancı bir ülke'ye göç etmiş, rüyaları çözüyormuş. Hz. Huseyin Karbala'da şehit olmuş, ona göre hakkını Yezid'e (la) yedirmek ölmekten daha kötüydü. Eski hristiyan olarak Yusufun hikayesi zaten iyi biliyordum, küçüklüğümden beri sevdiğim bir hikayedi. Hz. Huseyinin adı ise benim için şöyle bir anlamı da var: bazen, kötü ve çirkin zanettiğimiz şeyler en güzel şeyler çıkabilir. Çocukken Huseyin duyken maalesef Saddam Hussein aklıma geliyordu. Sonra tamam, bir sürü Huseyin adlı insanlar varmış, tipik Müslüman adi diye düşünuyordum. Fakat daha sonra, Karbala hakkında öğrendim- bu eskiden çirkin gelen, zalim bir diktatörü aklıma getiren ad tam tersi, en güzel adlardan biri çıktı. 

Kendime ne Sünni ne Şii demem, İslam birdir. Fakat şunu diyeceğim: Peygamberimiz, Hz. Huseyin doğduğu zaman, kızı Fatma'ya demiş ki: Huseyin şehit düşecek ama Allah onu Kıyamet gününe kadar anan bir toplumu yaratacak. 

Kendime ne Sünni ne Şii demem, fakat Peygamber Efendimiz gerçekten öyle bir şey deseydi, beni de o toplum'un bir üyesi sayın. 



Saturday, October 25, 2014

Have you changed your name?



After I accepted Islam and moved to Turkey I went to a friend's corner store. We were talking, sitting around drinking tea when a friend of my friend's came in to get something. My friend introduced me as a Muslim from America. The man quickly responded by saying, "Alex? He can't be Muslim, Alex is not a Muslim name." 

Alex can most certainly be a Muslim name. Islam is, after all, a universal religion. As long as a name is not anti-Islamic and does not carry a bad meaning, any name can be a Muslim's name. Heaven is not some country in the sky that only accepts Turkish and Arab passports- God did not create us all as Arabs, and it's okay if we don't all have Arabic names. Our diversity is a miracle; we are created in many different ways but God is One. This is the beauty of Islam- anyone, no matter where they are from, can find and make peace with the same One God. It is true that our names can influence our worldview and our behavior; at the same time, though, there are plenty of bad people in the world with names like Muhammad, Ali and Bilal. There is such a thing as hypocrisy after all. (And let me admit openly, without going into detail, that I am the biggest sinner of all- I care about Islam, but that doesn't mean I follow all the rules.) 

In any case, I figured that since I am both an American and a Muslim, I ought to find a new "Islamic name" that I could use in addition to my given name. I chose to combine one name from among the Prophets that all of the People of the Book accept, and one from the Prophet's family, and came up with Yusuf Hussain. Most people who know me still use Alex, but if someone prefers to call me Yusuf, that's fine too. (The Turkish Ministry of Religious Affairs (Diyanet) has me officially recorded as a convert to Islam with the new name Yusuf Hüseyin.)

The Prophet Yusuf, Joseph in English, was someone I identified with because he was also living in a foreign land and also tried to interpret dreams. Hussain refused to surrender to corruption and died as a martyr at Karbala- for him, death was better than living in a world where his rights were being trampled by those who abuse Islam. 

As a former Christian, I was familiar with the story fo Joseph since childhood, but the story of Hussain has a whole other dimension to it. For me, the name Hussain represents transformation from something ugly to something beautiful, the transition from ignorance to understanding. I grew up associating this name with Saddam Hussein, as would most Americans. With time, I realized that it was a common Muslim name; it lost its associations with the Iraqi dicator in my mind but was just another Muslim name. Later, though, I learned about Hussain bin Ali and his death at Karbala, and suddenly it had a deep and beautiful meaning. It went from being the name of an oppressor to the name of someone who gave everything to fight an oppressor.

 I would not call myself a Sunni, nor a Shi'a, I try to stay non-sectarian. I will say this, though: the Prophet is reported to have told his daughter Fatima, at Hussain's birth, that her son would die as a martyr one day, but that God would create a nation who would mourn him until the Day of Judgment.

 If he did indeed say that, then count me as one of those people. 

The Caliphate: Utopian Bullshit

Perhaps the greatest complaint against Mustafa Kemal Atatürk was that he supposedly abolished the caliphate. It is true that the Ottoman sultans called themselves caliphs starting with Yavuz Sultan Selim; it is true that the last of the so-called caliphs from the House of Osman (in other words, from the Ottoman dynasty) was exiled by Atatürk, and that the office was abolished by his parliament. In reality, though, the caliphate died long before Mustafa Kemal exiled Abdülmecid II. 

Critics complain that if it was not for Mustafa Kemal, if it was not for his decision to abolish it in 1924 and send Abdülmecid II into exile, Muslims would still have a caliph. They present ridiculous conspiracy theories: foreign conspirators, they claim, ended the caliphate through their agent Mustafa Kemal. If it was not for him, all the world's Muslims would have a figurehead to gather around, Muslims would be united and stop fighting each other and Islam would dominate the world- a utopia, in other words. 

They begin to imagine that Islam commands them to create this utopia, but as with most utopian fantasies like Fascism or Communism, these attempts end in disaster. Such a utopia did not even exist under the Prophet, nor under the legitimate (according to the Sunni perspective) caliphs who knew him personally. Yet these people presume to try to create an Islamic utopia in our day, as if they were better than the Prophet or his family and companions. 

Currently, the issue of the Caliphate is all over the news because of the so-called "Islamic State" and its leader, who had the arrogance to declare himself a caliph, a successor to the Prophet Muhammad. Abu Bakr al-Baghdadi has no authority whatsoever to become a caliph, and there is no theological basis for his claims. He is simply an actor, and his play will not end happily. (I hope it ends soon). He has essentially created a new religion with himself as its prophet, although he would never admit this, and he is not the first to commit this sin.

The caliphate under the Ottomans was simply a re-packaged version of an old Tengrist belief that the Han was the Son of Tengri. Of course once the Turks accepted Islam they could no longer call their Hans "The Son of Tengri", so they opted for other titles like "The Shadow of God on Earth" and after the conquest of Egypt from the Abbasids, "Caliph". Yet according to those who promote the caliphate, the fact that the Ottomans killed their own brothers, married more than four women, failed to educate their people about Islam, etc. are all fineand good because after all, these are the Shadows of God on Earth- who are we to question them? (I will do another post on this mindset later).

The caliphate under the Abbasids was simply more of the same nonsense that the Ummayads peddled: with no theological basis whatsoever, Arab kings claimed to be successors to the Messenger of God and to have religious authority over Muslims. The Ummayad claim to the throne is the most preposterous of all: Mu'awiya, who fought against Ali, claiming to have the right to rule over Muslims was preposterous enough, but his son Yazid, who was responsible for the murder of the Prophet's grandson Hussain, is the most preposterous and horrifying claim of them all. 

The Shi'a, of course, reject the idea of the caliphate outright, saying that Ali should have lead the community from the Prophet's death onward. Sunni historians have had two views: the majority say Ali was indeed the fourth and final rashid caliph, but a minority- including Tirmidhi if I'm not mistaken- view his son Hasan as the final rashid caliph. 

Needless to say, whether we view Ali bin Abi Talib or his son Hasan bin Ali as the last of the rightly guided caliphs is beside the point: once the Ummayads entered the picture, the caliphate lost all legitimacy, and it has never regained that legitimacy and never can. To try to defend Mu'awiyah is pathetic, to try to defend Yazid is simply heinous. To accept the caliphate after Yazid is to accept the murderer of the Prophet's grandson Hussain as the legitimate political sucessor to the Prophet whose grandson he murdered. 

None of these so-called caliphs ever had control over the Muslim world anyway, and even in the time of the rashid ones there were still internal conflicts- even in the time of the Prophet himself there were plenty of munafiqun. The Sunni-Shia split, the spread of Islam from Spain to Indonesia, East Turkistan to Timbuktu; Muslims fighting each other endlessly; all of these factors have meant that for most of Islam's history, there has not been a single, unified authority for Muslims to look to. 

The Caliphate probably died with Ali bin Abi Talib, not with Abdülmecid II. Even the Prophet could not create a utopia, and it is time for those who are attempting to establish a new Caliphate to stop thinking of themselves as better than our Master. 









Thursday, October 23, 2014

Ama Allah'tan başka bir şeyden korkuyorsun...

Uzun zaman önce eski bir kız arkadaşımla konuşuyorduk. 
Cinlerden bahsetmeye başlıyordum ama kız arkadaşımın yüzü hemen değişti. 
"Hayır! Böyle deme!" dedi bana.
"Neden?" diye sordum.
"Üç harfliler diyeceksin onlara. C-i-n desen seni duyacaklar, zara verebilecekler."

Allah izin vermezse nasıl zarar verirler bana? Kur'anda öyle bir şey yoktur. 

Bazı insanlar "Allah'tan başka bir şeyden korkmam" diye kendilerini cesur göstermeye çalışıyorlar. Fakat "cin" desem, bunu diyen insanlar cinlerden kortuğu ortaya çıkıyor: "Suuus! Üç harfliler!"

Kur'ana göre:


11- “Gerçek şu ki, bizden salih olanlar vardır ve bunun dışında (ya da aşağısında) olanlar da. Biz türlü türlü yolların fırkaları olmuşuz.”
12- “Biz şüphesiz, Allah’ı yeryüzünde asla aciz bırakamıyacağımızı, kaçmak suretiyle de O’nu hiçbir şekilde aciz bırakamıyacağımızı anladık.”

Cin, sadece "gizli" demektir. Dürüst olmak gerekse ne olduğu bilmiyorum bir de bu bilenemeyen ayrıntılara çok önem vermiyorum. Şekilsiz insanlar falan olmazlar, Kur'an "cin" derken bir sürü anlamı olabilir. Bu konuda çok bilgim yok ama şundan eminim: cinler korkacak bir şey olamazlar. Ülkü bir dünyada olsaydık hepimiz gerçekten Allah'tan başka bir şeyden korkmazdık ama dürüst olmak gerekse hepimizin kortuğumuz şeylerimiz var.

Ben ölümden korkuyorum. Hastalıklardan korkuyorum. İşten kovulmaktan korkuyorum. Kusursuz bir müslümana yakın bile değilim. Çoğumuz böyle şeylerden korkuyoruz- ama şimdilik, en azında cinler korktuğumuz şeyler listesinden silelim. 




Tuesday, October 21, 2014

THE PROPHET MUHAMMAD: AN AMERICAN HERO

     In America, and in the West generally, there is a phenomena called Islamophobia. While I can understand how a misinformed person could be afraid of Islam, (and how Muslims often do things that make Islamophobia worse) those are problems that can be solved through dialogue and setting a good example. What I cannot understand and simply forgive, however, are people who slander Islam and knowingly misrepresent the religion. I am especially unhappy with people who slander the person and character of the Messenger of God, but here I would like to make an educated guess as to why they are so desperate to make him look bad.

     This is not to say that all or even most westerners are what we might call "Islamophobes". Most westerners simply don't know much if anything about Islam, much less about its Prophet. Informed Westerners seem to hold mostly positive views of him, but the average person would probably have to admit that they know basically nothing about him. They call Muhammad only the ugliest things they possibly can, their accusations are never mild. Part of that is the theatrical age we live in, with everyone trying to compete for attention, but part of it is desperation. Nobody accuses Muhammad of small crimes; they accuse him of genocide, pedophilia, murder, warmongering. Nobody accuses him of petty theft or gossip. Perhaps the real, unspoken reason for this incredible ugliness is this: these Islamophobes know, at least at some level, that the Prophet Muhammad's story would resonate very well with Americans. In other words, they know that he would become an American Hero.

     My being an American led me to instantly love and admire Muhammad, even before I accepted Islam. I identified with him, I admired him. Muhammad's story is, if I may be so bold, as American as apple pie, baseball and Fourth of July barbecues. His story was like a Western set in the Wild West of 7th-century Mecca and Medina. Before cowboys and outlaws fought big train companies, Muhammad fought the idolatry industry, he risked his life fighting against its greed and oppression, its indifference to the poor, its sexism and injustice. He was, by the standards of his time, what we might call a feminist, in that he allowed women unprecedented rights, such as the right to inherit propertry and initiate divorce. He was not telling people to worship one thing among many but to completely abandon material idols, both the ones in their shrines and altars as well as the idols in their purses and pockets. Americans admire people who, despite being at a disadvantage, have a goal. They admire people who, even though they are in a difficult or even seemingly impossible position, persist and eventually overcome their difficulties. They especially admire people who do so for a good cause and who maintain humility in victory- and nobody fits that description better than the Prophet, peace and blessings be upon him.

    Americans also love ordinary people who become heroes by doing extraordinary things, who "beat the odds" as we say. Americans "root for the underdog"- this expression shows a general cultural mindset in which we usually sympathize with the disadvantaged side in a conflict, provided that they are fighting for a just cause. These are the types of people we feel we can relate to and identify with. "David and Goliath" has become more or less proverbial in our language at this point; in all three major Abrahamic religions David is the disadvantaged hero fighting against a much more powerful enemy, and yet he wins through his faith and conviction.

     We see this in Americans' perception of their history. Abraham Lincoln is generally considered the most popular US president for a number of reasons, but a large part of his popularity is that he was from a relatively poor family, a humble, simple man who had gone out and gotten himself a good education, became a good lawyer and eventually worked his way up to the presidency. The artistocratic and privileged Founding Fathers, while they command respect from the American people, do not command affection. We respect George Washington and John Adams, but we do not feel much affection towards them. We cannot relate to them the way we can relate to Abraham Lincoln. I would make one exception, and that is Benjamin Franklin, who was a simple book printer and worked his way up through talent and hard work. He is the one founding father that seems to command both respect and affection, again because he is someone ordinary people feel they can relate to at some level. He is one of a very few non-presidents to appear on the US dollar. Martin Luther King Jr.is another American Hero; he is one of two non-Presidents whose birthday is a national holiday. (The other is Christopher Columbus, but he receives much less fanfare.) He again fits the profile perfectly: a man who overcame adversity and kept his dignity the entire time.
   
     This admiration of disadvantaged but persistent heroes also appears in American stories and can be seen in our cinema. Our romantic comedies are often about nerdy, socially awkward men winning the hearts of beautiful women by taking risks and eventually beating the odds, and we have plenty of sports movies about disadvantaged athletes winning matches against all odds. Think of our movie icons: Rocky Balboa may be a fictional character, but that does not make him any less iconic. The Shawshank Redemption, now the top-rated film on the Internet Movie Database, is also one of our favorite classics because it is about a persistent, determined character overcoming a seemingly impossible disadvantage when he is unjustly imprisoned.

     The Prophet Muhammad's life, at the risk of sounding disrespectful, reads almost like an American novel or movie script. His is a story about a young orphan from a relatively poor family, an ordinary man with a family who had a goal and fought for it no matter what. He fought for a good cause, he fought and risked everything to make the world a better place, he had the courage to do what he believed was right even though he was at a huge disadvantage. He cheated death plenty of times; like an American movie, his life had moments when it appeared he had lost and been defeated. Members of his family rejected him and cut off ties with him. Former friends, people who used to call him "the Trustworthy", accused him of fabricating his story. He was mocked by the Meccans when his infant sons died- how could a man who had received a message from God experience such a misfortune? Later, he was stoned by the people of a city called Ta'if as he tried to bring the message of Islam to them. The early Muslims were ostracized from Meccan society for years, barely surviving the ordeal, and eventually the Prophet was forced to flee Mecca to save his life from an assassination attempt. He fled to Yathrib, now known as Medina, but even then his enemies sent army after army to destroy Islam. His life was extremely difficult indeed, but Muhammad and his followers never gave up. In spite of all this hardship, his story does indeed have an unexpected happy ending. In his sixties, after some two decades of persecution, attempts on his life, battle after battle and struggle after struggle, this old man, who had seen so many around him die, who had risked death himself so many times, finally returned home to Mecca, this time as a triumphant conqueror. He managed to take the city without even fighting an actual battle- his enemies were too terrified of the now-enormous Muslim army to even bother trying to repel them. Yet this triumphant conqueror showed humility in his victory- Muhammad rode into the city with his head bowed in reverence. They expected that, as was standard practice at the time, he would simply massacre them, but they were wrong. In a move that Americans, a people influenced by Christian ideals for so long, would admire, he forgave them. He even forgave Hind, a woman who had savagely killed his uncle Hamza years earlier. Americans always admire a hero who stays humble when he finally reaches his goal and acheives victory. Nobody fits that description better than the Messenger of God. He maintained this humility until the end of his life. He was buried in a simple grave in his house, returning to the earth from which we are all created and to which we all return eventually. Still, fourteen centuries later, Muslims still recite the book he revealed, still try to live by his example and still pray, "Oh Allah, peace and blessings be upon Muhammad, and his family and companions".
   
     There was no reason, from a worldly perspective, to think such a thing would ever happen, that such an ordinary man would become a Prophet or that an exiled man would return to his city and become its ruler, but he did. There was no reason to think that centuries later people would still follow him, but they do. His incredible persistence, his devotion to a just cause, this overcoming of seemingly impossible odds; all this heroism combined with humility would resonate powerfully with Americans if they heard this story. Even if they did not go as far as accepting Islam, they would at least view the Prophet positively and respect him. Muhammad is a figure ordinary people can relate to, a man who suffered the pain of being an orphan; of losing a spouse, a friend, even a child; a man who knew the joys and difficulties of marriage and fatherhood; a man who struggled to earn an honest living. He was the most ordinary man, but he did the most extraordinary thing. He was the ultimate American hero- perhaps Americans are about to find their next hero where they least expect it.